Sağlık ve Sigorta Yöneticileri Derneği (SASDER) tarafından Belek Turizm Merkezi’nde bir otelde düzenlenen SASDER 10. Ulusal Kongresi’nin ilk gününde “Doğal Afetler ve Yeni Pandemiler” başlığında bir panel gerçekleştirildi.
Gazete Duvar’dan Ceren Deniz’in haberine göre moderatörlüğünü Lokman Hekim Sağlık Vakfı Başkanı Leyla Şeker’in üstlendiği panelde konuşan jeolog Prof. Dr. Celal Şengör, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu deprem tehdidinin boyutlarını anlattı.
Depremin felakete dönüşmeden atlatılmasını sağlayacak adımları sıralayan Bilim Akademisi Üyesi, yer bilimci Prof. Dr. Naci Görür ise “Bana bıraksalar ben ülkeyi 10 senede depreme hazırlarım. Bırakın 20 senede hazırlanamamış İstanbul’u, yurdun tümünü depreme hazırlarım” dedi.
‘KIRA KIRA GELDİ, İSTANBUL TOPUN AĞZINDA’
Türkiye’nin büyük Marmara Depremi’nden sonra geçen yıllara rağmen hala depreme hazır olmadığına vurgu yapan Prof. Dr. Şengör, yurdun yoğun bir fay bölgesi olduğunu belirterek, bu fayların bölge bölge özelliklerini anlattı:
“Türkiye’nin en faal yeri Ege Bölgesi. Burası dünyanın kıtalar üzerindeki en faal deprem hattıdır. Türkiye’deki fayların en belalıları 9’a kadar deprem üretir. Kuzey Anadolu Fayı, 1939’dan beri Erzincan’dan başlamış, batıya doğru kıra kıra gelmiş, en son İzmit Depremi’ni yaratmıştır, şimdi İstanbul topun ağzında. Bu fay, 8’e kadar deprem üretebilir. Ama biz bugün biliyoruz ki büyük İstanbul depremi, en kötü haliyle olsa 7,6 şiddetinde olur. Bu, gemilerle incelendi. Avrupa’dan 70 milyon dolar bütçe ile gemi geldi. Naci Görür, bu araştırmalarda koordinatördü. Hatta Kadir Topbaş’ın İstanbul’da belediye başkanı olduğu o dönemde hükümetimizin bu araştırmalara katkısının sıfır olmasından hayıflanıp, ‘Ayıp oluyor, biz bunu gündeme getirip para mı istesek’ dedik. Naci Görür’ün bu talebine son dakikaya kadar cevap verilmeyip, son dakika ‘hayır’ denildi.”
‘İSTANBUL’UN DEPREM HARİTASI ÇÖP’
Celal Şengör şunları söyledi:
“Kuzey Anadolu Fayı boyunca 1939’dan 2000’lere ulaşan ‘deprem göçü’ araştırmalarına göre, bizim bugün dikkat çeken Erzincan civarında bir fayımız var, bir de İstanbul var. İstanbul’da hareketini yakından izlediğimiz fayda hareket devam ediyor ama deprem olmuyor. Burası en çok korktuğumuz yer. İstanbul’un şehir içindeki faylarını bir öğrencimizle haritaladık.
Kandilli’deki meslektaşımız fay çözümlerini koydu. Biz hep zannediyorduk ki bütün sıkıntı Kuzey Anadolu Fayı’ndadır ve bu İstanbul’un güneyinde olduğu için İstanbul’u etkiler. Hayır, İstanbul’un içinde de fay var. Yine Kadir Topbaş zamanında 1/5 binlik İstanbul Jeoloji Haritası yapıldı. O haritayı alıp çöpe atın, içeriğinde hiçbir şey yok. İstanbul içerisinde depremden sonra olacak felaketlere karşı önlemler ve sağlık teçhizatı son derece zayıf. Bunu her gün görüyoruz. İstanbul’da yangınlar çıkacak. Afet bölgesi söndürmek orman söndürmeye benzemez. Böyle bir şehirdeki yangınları helikopterle söndürmek için özel yöntemler gerekir. Bunların planlanması lazım. Planlanmış mıdır? Hayır.”
KAHRAMANMARAŞ DEPREMİ VE ‘YAMULMA ALANI’
Şengör şunları söyledi:
“Bu iki deprem olduktan sonra çevredeki bütün faylar hareketlendi ve bunların hareketleri ana faya benzemiyor. Dolayısıyla muazzam bir yamulma alanı oluştu. Bu yamulma alanını anlayabilmek için jeofizikçilerin ve jeologların bir araya gelip çok dikkatli bir şekilde orayı haritalandırması lazım. Bu yapıldı mı? Hayır. Orada ev yapmaya kalkıyorlar. Bu değil ki yapılması gereken. Şu haritayı adam gibi yapmadan orada hiçbir şey yapamazsın. Yaparsan depremde geri gelir hepsi.”
‘ASIL BEKA SORUNUMUZ DEPREMLER’
Depreme hazırlık anlamında yapılması gerekenleri, yasa çıkarılması, mikro bölgeleme yapılması, fon ayrılması, bakanlık kurulması olmak üzere 4 maddede sıralayan Prof. Dr. Naci Görür ise “Türkiye’nin asıl beka sorunu depremlerdir. Bu sorun halkın farkındalık alanına girmeli. Ülkemizi yönetenler bunu görüp, gereken önlemleri alırlarsa ve halk bu konuda bilinçli olursa biz büyük felaketler yaşamadan bu afeti atlatırız. Devletle, hükümetle, siyasetle, halkla bu işin üstesinden gelmemiz lazım. Bu işin üstesinden gelinebilir mi? Evet gelinebilir. Böyle toplumlar çok. İşte Kaliforniya, İtalya, Meksika, Uruguay, Çin. Biz niye yapmayalım? Tekniğimiz var, bilim insanlarımız var, paramız var. Olmayan ne biliyor musunuz? Halkın denetime önem vermeyişi, umursamayışı ve bu işi tam olarak yapmak için bir siyasi iradenin olmayışı. Bu ikisini bir araya getirebilirsek bu işi başarırız” diye konuştu.
‘GÖÇÜKTE ÖLENLERİN PARTİSİ YOK’
Son depremde 100 milyon ton hurda malzeme çıktığını belirten Görür, “Asbest de dahil, her türlü toksik ve kimyevi maddeyi gömdük. Yağmur sularıyla bütün zehirli ağır metaller yer altı sularına, göllere, denizlere karıştı. Balıkçı balığı tuttu, soframıza geldi. Güneydoğu’nun depremde ölmeyen insanları, uzun vadede kanser tehlikesiyle karşı karşıya” ifadelerini kullandı.
Birinci derecede görevin vatandaşa düştüğünü belirten Görür, “Hükümetler milletin isteğine göre hareket eder. Eğer biz çocuklarımız ölmesin diye gerekeni yaparsak başarı sağlarız. Gerekeni yapmak çok kolay, seçim zamanı oy sandığını doğru kullanmak. Aklımızı başımıza toplayıp, partizanlık yapmadan taleplerimizi ortaya koymamız gerekiyor. Biz depremde göçük altındaki cesetleri CHP’li, MHP’li, AK Partili diye çıkarmıyoruz. Hepsi bizim evladımız. Bir depremde 50 binden fazla insanı feda etmek bize yakışmıyor. Bizden oy isteyene artık doğru soruları sormak zorundayız. ‘Nasıl bir deprem hazırlığın var?’ demediğimiz sürece bu ülke deprem belasını çözemez” diye konuştu.
ÖNCE YASA LAZIM, SONRA MİKRO BÖLGELEME
Görür, öncelikle bir yasa çıkarılması gerektiğini belirterek, şunları söyledi:
“Bugün kentleri depreme hazırlamak isteyenlerin önünü kesen ne varsa temizlemek için çıkarılmalı bu yasa. İkincisi, mikro bölgeleme yapılmalı. Türkiye’de İstanbul hariç hiçbir kentte yok, İzmir de şu anda yapıyor. Ama sorsanız yetkililere ‘var’ derler.
Zemin etüdü, birkaç sondaj yapmak, mikro bölgeleme değildir. Bir kentin üzerinde yerleştiği alanın, jeolojik, jeofizik, GPS gibi yer bilimleri ilgili bütün özelliklerinin ayrıntılı olarak bulunmasıdır. Belediye başkanı kendi aklı ve inancına göre o kenti yönetememeli. Kentin yer bilim özellikleri, o kente egemen olmalı. Bir yerde sıvılaşma varsa, değil oraya bina yapmak çivi bile çakılamamalı. Ama burada öyle bir şey yok.
İsteyen rant amacıyla istediği yere, aklına gelen boyutta bina yapıyor. Çünkü mikro bölgeleme yok. Deprem dalgaları etkiyi nerede yükseltir, nerede azaltır, nerede en fazla ivmeyi yapılara yükler, nerede inşaatı yıkar, kimse bilmiyor. Ne inşaat mühendisleri, ne şehir mimarları, ne de belediye başkanları biliyor. Yani rastgele yaşıyoruz, rastgele. Bir yetkili geliyor, ‘Şurayı çok beğendim, 3 bin bina yapıp satalım’ diyor, belediye başkanı da ‘baş üstüne efendim’ diyor. Hal böyle olunca binlerce insanı bir gecede toprağa verirsiniz.”
‘AFET BAKANLIĞI KURULSUN’
“Halka, ‘Devlet katkısıyla evini deprem destekli yap’ dense çoluğu çocuğu ölmesin diye bunu yapar, bankalar uzun taksitlerle kredi verse bankaya gidip kredi çeker. Bankalarda toplanan tapu ve senetler, bir afet fonuna gitse ve devlet güvence vererek bu fonu doğrudan yurt dışına pazarlasa, yatırımcılar böyle bir projeye para yatırır. Bunu hayata geçirmek için liyakate dayalı bir afet bakanlığı kurulması lazım.
Bu bakanlık, yönetim, halk eğitimi, altyapı, yapı stoku, ekonomi, ekosistem ve çevre bölümleri, 10 yıllık bir plan ve iyi bir bütçeyle işe başlayıp, yerel yönetimlerle iş birliği içinde olmalı. Hükümet ve belediyenin didiştiği bir yerde kenti depreme hazırlayamazsınız. Bir belediye başkanı, hayatında deprem görmemiş, deprem nedir bilmiyor olabilir.
Depremde kimlere görev vereceğini, afeti nasıl yöneteceğini haklı olarak bilmiyor olabilir. Ama siz onu koltuğa oturtuyorsunuz ve bütün yetkileri veriyorsunuz. Canının istediği gibi kenti yönetiyor. Olmaz böyle bir şey. Ülkenin her yeri deprem kentiyken, yöneticileri depreme hazırlayacak eğitimler verilmeli.”